1. bu duruma nasıl geldim ? neden bana yaşamasını öğretmediler ? neden bana, bizden bu kadar gerisini sen bulup çıkaracaksın dedikleri zaman isyan etmedim ? hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım ? insanların dünyasına atılmayı nasıl göze aldım ? ben insan değildim ki. yaşamadığım bir hayatın içine nasıl atıldım ? beni nasıl gürültüye getirip de bu soğuk bakışlı mimar gibi insanların karşısına çıkardılar ? onlar da bilemezdi: görünüşümle insana benziyordum. denemelerden geçmiştim. onları aldatmayı başardım. sonumu kendim hazırladım. her an ne yapacağımı söylemezlerdi bana. beni aldattılar; gene de suçluyum. insanların en verimli olduğu çağda tükendim. her anı, ne yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum. bana müsaade.

    tutunamayanlar - oğuz atay
  2. başkalarıyla olan ilişkilerimizin kaçta kaçının duygularımızın -sevgi, antipati, iyilikseverlik ya da kötücülük- sonucu, kaçta kaçınınsa bireyler arasındaki sürekli güç oyunu tarafından belirlenmiş olduğunu hiçbir zaman kesinlikle saptayamayız.
    gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. insan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş, gözlerden uzak sınavı) onun merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir: hayvanlara. ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır.

    (bkz: varolmanın dayanılmaz hafifliği - milan kundera)
  3. bu yaşam her hastası yatak değiştirme saplantısına kapılmış bir hastanedir. kimi soba karşısında çekmek ister acısını, kimi pencere yanında iyileşeceğine inanır.
    bana da hep bulunmadığım yerde rahat ederim gibi gelir, ruhumla durmadan tartıştığım bir sorundur bu göç sorunu.

    (bkz: paris sıkıntısı - charles baudelaire)
  4. gerçeklik ilkesinin egemen olduğu dünyada gerçeğin düşsellik adlı bir "bahanesi" vardı. simülasyon ilkesinin belirlediği günümüz dünyasında ise gerçek, modelin varlığını kanıtlamaktan başka bir işe yaramamaktadır. paradoksal bir şekilde gerçeği hakiki bir ütopyaya dönüştürdük. ne var ki, bu ütopyanın gerçekleşme olasılığı yoktur, çünkü yitirdiğimiz gerçeği bir daha ancak rüyamızda görebiliriz.

    (bkz: simülakrlar ve simülasyon - jean baudrillard)
  5. kıvır kıvır bakışlarına sok denizi
    sokak likörü içerken geceleri.
    çöken bilgisayar gibi ruhum
    severek, yeniden programla beni!

    (bkz: it cazı - küçük iskender)
  6. nokta: neden bizde marjinal olamaz?
    ayhan: bunu kimse göze alamaz da ondan. insan topluluğu olduğu bile kuşkulu bir kalabalıkta nasıl marjinal olunabilir ki?..

    nokta: peki marjinaller ne tür toplumlarda ortaya çıkabilir?
    ayhan: uygar bir toplum olması şart. hukukun, insan haklarının olduğu bir toplum gerekir, ki bu uygar toplumdur.

    (bkz: sivil denemeler kara - ece ayhan)
  7. ulan pazartesi! sen bir tarafta pazar, bir tarafta salısın; serseri herif! ne diye istanbul'da bize "pazartesiyim" diye kafa tutarsın. elimde olsa atarım seni şu saniyede; bakarım sonra dünya yüzüne: bir çocuğun yalnız kafası çıkmıştır, bir adam durmadan son nefesinde.

    (bkz: kayıp aranıyor - sait faik abasıyanık)